Orhan Pamuk’un Sessiz Ev Eserinde Sürgün Temasının Ele Alınış Biçimleri
- Aybüke Ulu
- 2 Oca 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Ara 2024
Orhan Pamuk’un Sessiz Ev eserinin odağında aralarında sessiz çığlıklar bulunan ama ilişkileri kopuk aile bireyleri ve beraber geçirdikleri bir hafta vardır. Romanın olay akışı, Selâhattin karakterinin sürgün edilmesi ile başlar. Bu makalede sürgün ideolojik nedenlerden dolayı iktidar tarafından başkaldırıların azalması isteği olarak ve bireyin yeni toplumda kimlik kazanması olarak algılanmalıdır. İdeolojik sebepler nedeniyle bağlı olduğu konumdan uzaklaştırılan Selâhattin karakterinin sonrasındaki edinimleri iki farklı yan tez altından analiz edilecektir. Bahsedilen tezlerden ilki, Selâhattin karakterinin toplumu kendi içerisinde ötekileştirmesi üzerine edinilen edinimler üzerinedir. İkincisi, toplumun gözünden Selâhattin karakterinin ötekileştirilmesi üzerine karakterin edinimleridir.
Bireyin toplumsal kimliğinin oluşmasında ilk karşılaşılan kavram “ben” kavramıdır. Bahsedilen kavramın somutlaşması için birey, kendisini ve diğer bireyleri kıyaslayarak farklılıklar üzerinden “öteki” kavramını oluşturur; birey ötekine uzaktır çünkü aralarında fark bulunmaktadır. Bazı durumlarda birey “ben” kimliğini oluşturamadığı için başkalarının kimliğini kopyalamaya çalışır. Başka bireylerin kimliğini çalmayı deneyen kimlik hırsızları kendi kimliklerini koruyamaz. Bahsedilen durum Sessiz Ev eserinde Selâhattin karakterinin “rol modeli” olan Darvin’in, soyadına Darvınoğlu şeklinde geçmesi olarak görülmektedir. Bahsedilen noktadan anlaşılabileceği üzere Selâhattin karakteri özgün bir kimliğe sahip değildir. Verilen bilgiler doğrultusunda sürgün temasının konudaki yeri, daha önce bağı bulunmayan bir ortama yerleştikleri için “farklı” toplumsal kimliğe sahip olan bireylerin olduğu bir mekana gelinmesi olarak verilebilir. Farklı ben kimliklerine sahip olunmasından dolayı Selâhattin karakteri -kendi kimliği olmamasına rağmen- Batılılaşma ile gelen modernleşme etkisiyle “kendisi kadar gelişememiş, dinlerine bağlı olan bireyleri” öteki olarak görmüştür.
“...umutsuzluğa kapılıyordum, bu hayvanların adam olacağına inanmak o kadar güç ki, geçenlerde lâf arasında birine dedim ki, bir üçgenin iç açıları toplamı kaç
derece eder dedim, tabii biliyordum, hayatında üçgen nedir duymamış bu zavallı köylünün bilemeyeceğini…” (Pamuk 61)
Alıntısından yola çıkarak Selâhattin karakterinin toplumun belli bir kesiminin, kendisinden geride kalmış olduğu söylenebilir. Selâhattin karakterinin kendisini üstün görmesini sağlayan fark, toplumu ötekiliştirmesine yol açmıştır. Bahsedilenler eserde Selâhattin karakterinin devamlı olarak eserdeki toplum için kullandığı “onlar”, “bunlar”, “bu millet” ifadelerinden görülebilmektedir. Eserdeki toplum genel olarak İslam inancına sahiptir, Selâhattin karakterine göre İslam anlayışı yerine akıl ve bilim önemlidir.
“Şimdi, senin de, hemen anlayacağını sanmam. İki saat öncesine kadar, ben de bilmiyordum; ama Hiçlik denen şeyi bir kere keşfettikten sonra, anladım Fatma, düşündükçe derinleştirerek anladım Hiçliğin ve ölümün korkunçluğunu! Doğu'da kimse farkında değil bunun. Bunun için de yüzyıllardır, binyıllardır sürünüyoruz biz, ama acele etmeyelim şimdi, sana ağır ağır anlatacağım…” (Pamuk 239)
Alıntısından yola çıkarak toplumu geride gördüğünü ve Fatma karakterini toplumla benzer kabul ettiği söylenilebilir. Akıl yoluyla keşfettiği düşüncenin ideolojiiden dolayı toplumun bilmediğini düşünmesinin temel sebebi ideolojilerine bağlılıklarından dolayı daha önce sorgulamadan ölüme inandıklarını düşünmesidir. İdeolojik farktan ötürü ötekileştirdiği birey olan Fatma karakteri, Selâhattin’in en yakın uzağıdır çünkü aynı çatının altında bulunmalarına rağmen birbirlerinin ötekisidir. “...o kadar adamı insan edeceğim diyorum ama, daha karımın kafasına iki düşünceyi sokamadım, ne kadar ahmaksın, hiç olmazsa aptallığını anla da bana inan…” (Pamuk 60) alıntısından görülebileceği üzere Selâhattin karakterine göre, Fatma karakteri toplum gibi gelişememiş ve dinine bağlı bir bireydir bu yüzden Fatma karakteri eserde kişisel olarak ötekileştirdiği tek karakterdir. Bahsedilenlerin sonucunda Selâhattin karakterinin kimliğini kaybettiği süreçten, sürgün edildiği zamandan, ölene kadar Fatma karakterini ötekileştirmiştir çünkü yalnızlığın ve başaramadığı istekler doğrultusunda oluşan öfkesini bir nevi toplumun temsilcisi olan Fatma karakterinden çıkarmıştır. Fatma karakteri de benzer sebepler doğrultusunda Recep karakterini ötekileştirmiştir çünkü Fatma’nın ötekileştirdiği kişinin -Selâhattin karakteri- çocuğu olan kişi Recep karakteridir, tek ortak özellikleri olan Selâhattin karakterinin eseri olmaları, toplum tarafından ötekileştirilmelerine neden olmuştur. Selâhattin karakteri kendisini toplumdan ötekileştirmiştir fakat ideolojiler çatıştığı için toplum da Selâhattin karakterini dışlamıştır.
Bireylerin toplum oluşturması, “ben” kavramının benzerlikleri ile paraleldir. Eğer bir toplum benzer kimliğe sahipse “farklı” birey önce bireysel sonra toplumsal olarak ötekileştirilir. Makalede farklı olarak görülen özellik ideoloji olarak algılanmalıdır. Eserdeki toplum çoğunlukla İslam dinine inanan bireylerden oluşmaktadır, Selâhattin karakteri toplumdan farklı olarak akıl ve bilimin varlığın tek ve doğru gerçek olarak görmektedir. “...aman olur mu hiç, kocakarı ilâcı onlar, artık bilim denen şey var…” (Pamuk 60) Alıntısında geçen “artık” ifadesi hem kendisinin “yeni” olan bilimle ilgilendiğini hem de toplumdan farklı olarak bilimle ilgilendiği için kendisini daha üstün gördüğü yorumu yapılabilir. Sürgün edildiği ilk zamanlarda muayenesine gelen kişilere ideolojisini anlatıp bir toplum oluşturmaya çalışmıştır, çünkü benimsediği ideolojiyi çevrede tek Selâhattin karakteri benimsemektedir. “...ne Allah'ı yahu, Allah yok, Allah öldü.” (Pamuk 60) Alıntısı muayenede hastaya söylediği sözlerdir, verilen alıntıdan yola çıkarak ideolojisini topluma göstermeye çalıştığı görülebilir. İdeolojisini topluma yaymayı denemiş olsa da toplum ideolojisine sadık olduğu için Selâhattin karakteri toplumsal olarak ötekileştirilmiştir. Toplumsal ötekileştirilme sonucu muayanesine kimsenin gelmemesi, tek gelir kaynağının elden gitmesine yani ekonomik sorunlara yol açmıştır. Bahsedilen sorunlardan kurtulmak için de ötekileştirdiği Fatma’nın takı kutusuna ihtiyaç duymuştur. Fatma-Selâhattin ilişkisi Yin Yang felsefesi ile benzerlik gösterir: her ne kadar ikisi de birbiri için öteki olsa da belirli ihtiyaçlar için birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır. “...kutundan iyi bir parça verirsin, yemin ediyorum, bütün memlekete yararı da olacak…” (Pamuk 178) Alıntısından da görüleceği üzere sürgünden bir süre sonra Selâhattin karakteri kitapta ekonomik olarak zorluk çekip, Fatma karakterinin mücehvelerine gereksinim duymuştur. Makalede bahsedilen sürgünün etkisi Selâhattin karakterinin çocuklarını da etkilemiştir. Recep ve İsmail karakterleri de toplumda bir yere gelememiş karakterlerdir, en önemli etken babaları olan Selâhattin karakterinin ideolojisi ve toplumda bıraktığı izdir.
Makalede bahsedilen Selâhattin karakterinin kendisini toplumdan ötekileştirmesi ve toplumun Selâhattin karakterini ötekileştirmesi üzerinden Sessiz Ev eserinde sürgün temasını iki farklı başlıktan incelemek mümkündür. Ötekileştirmenin temeli farklılıklara dayandığı için akıl ve bilime inanıp dini “beyin yıkama” aracı olarak gören Selâhattin karakteri ötekileştirilmiştir. Aynı süreç içerisinde Selâhattin kendi ideolojisini doğru bulduğu için toplumu gerçeğe inanmamakla suçlamış, kendisini toplumdan soyutlamıştır. Sonuç bölümünde bahsedilen ötekileştirmeler sürgün teması üzerinden incelenmiştir.
Kaynakça:
Pamuk, Orhan. Sessiz Ev. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013.


