1984 Romanının "Thomas Hobbes'un Devlet Anlayışı" Çerçevesinde İncelenmesi
- Arda Turgut Çapraz
- 18 Nis 2024
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Ara 2024
Devletin varlığının gerekli olup olmadığı sorusu, tarih boyunca siyaset felsefecileri arasında bir tartışma konusu olmuştur. Tarih boyunca kurulmuş neredeyse her toplumda, insanlar belirli dini ve toplumsal normlar çerçevesinde yönlendirilmiş, aynı zamanda egemen bir gücün hakimiyeti altında onun belirlediği kurallar ve standartlar doğrultusunda yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Devletin varlığının temel amacı, toplum içinde bireylerin hem birbirleriyle hem de kurumlarla kurdukları ilişkilerin düzen içinde olmasını sağlamaktır. İnsanların güvenlikli ve düzenli bir hayat sürdürebilmesi için egemen bir güce, başka bir deyişle devlete ihtiyaç duyulduğu görüşünü savunan önde gelen düşünürlerden biri de Thomas Hobbes’tur. Hobbes’a göre insan doğası gereği bencil bir varlıktır ve tüm bireylerin eşit yetkilere sahip olduğu toplum modellerinin tümünde zamanla kaos ve kargaşa boy gösterecektir. Bu nedenle, güçlü bir merkezi otorite, toplumsal düzenin korunmasında elzemdir. (Dönmez & Elmalı, 2024: 14) George Orwell’ın kaleme aldığı 1984 eserinin distopik dünyasında yer alan Okyanusya’da hüküm süren Büyük Birader rejimi, Hobbes’un savunduğu devlet anlayışıyla birçok yönden örtüşen bir model olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, bu makalede Hobbes’un devlet anlayışı çerçevesinde 1984 eseri incelenecektir. Ayrıca, Thomas Hobbes’un felsefesinin toplumsal sınıf ayrılığına etkisi ve otoriter rejimlerin oluşumunda insan doğasının rolü de yan tezler olarak ele alınacaktır. Makale, Hobbes’un güçlü merkezi otoritenin gerekliliğine dair görüşlerini Orwell’ın totaliter rejim tasviriyle karşılaştırarak, devletin bireyler üzerindeki kontrolünün sonuçlarını tartışacaktır.
Toplumsal sınıf ayrılığı, toplumdaki farklı grupların ekonomik, sosyal, politik ve kültürel kaynaklara ve fırsatlara eşit olmayan erişimi sonucu oluşan ayrışmayı ifade eder. 1984 eserinde toplumsal yapı; İç Parti, Dış Parti ve Proleterler olarak üç ana sınıfa ayrılmıştır. İç Parti, Okyanusya’nın yönetici elit kesimini oluşturur. Devletin yüksek makamları çoğunlukla bu grup tarafından işgal edilir ve devletin tüm kontrol mekanizmalarını ellerinde tutarlar. Yasalar ve kurallar bu kesimin çıkarları doğrultusunda manipüle edilir. Totaliter rejimin devamlılığını sağlamak adına proleter kesime karşı uygulanan her türlü baskıyı ve zulmü meşru görürler.
“Bu da bize, insanların birbirlerine ve düzenlerine zarar verebilecek her şeyi yasaklama hakkına sahip olan bir kişinin varlığına ihtiyaçları olduğunu gösteriyor. Bunun anlamı, bu kişinin neyin iyi olduğunu ve neyin kötü olduğunu belirleme yetkisine sahip olmasıdır. Ve bu yetki, genellikle başka herhangi bir otoriteyi reddeden, yalnızca kendisi tarafından sağlanabilir.” (Hobbes, 1651: 56)

Alıntıdan görüldüğü üzere, İç Parti’nin benimsediği felsefe, Hobbes’un felsefesi ile uyuşmaktadır. Bu bağlamda, Thomas Hobbes’un egemen güç olarak bahsettiği makam, 1984 eserinde Büyük Birader olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, eserde hiçbir zaman görünmeyen ve gerçek adı kimse tarafından bilinmeyen Büyük Birader, İç Parti üyelerinin Okyanusya halkını kontrol altında tutmalarını kolaylaştırmak amacıyla yarattıkları bir figürden ibarettir. Dolayısıyla, Okyanusya Devleti’nin asıl hâkimleri İç Parti üyeleridir. (Uysal, 2012: 136) Eserde yer alan başka bir toplumsal sınıf olan proleterleri, George Orwell “İnsan soyunun yüzde seksen beşi proleterlerden oluşuyordu. Bunu doğru dürüst dile getirebilecek bir halk arasında yaşanıyor olsaydı, Üye olmadıkları İç Parti'ye karşı bir isyan çıkarırlardı." (Orwell, 2003: 91) sözleriyle tasvir eder. Proleterler Okyanusya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, İç Parti tarafından otoritelerine karşı büyük bir tehdit olarak görülmemektedirler bu nedenle de yoğun baskılar altında yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmamışlardır. Çünkü İç Parti, proleterleri cehaletlerinden faydalanarak; İki dakikalık nefret seansları gibi çeşitli propagandalarla kolayca manipüle edip, arzuladıkları gibi yönlendirebiliyorlardı. "Proleterler ve hayvanlar özgürdür." (Orwell, 2016: 85)” Orwell bu alıntıda proleterlerin özgürlüğünün, hayvanlarla ortak oluşuna vurgu yapmıştır. Zira, İç Parti’nin gözünde gerçekten de hayvanlardan farksızdırlar. Hiyerarşi basamaklarında İç Parti’nin altında ve proleterlerin üzerinde, romanın ana karakteri Winston Smith’in ve kız arkadaşı Julia’nın da içinde bulunduğu Dış Parti gelir. Dış Parti, eğitimli ve nitelikli bireylerden oluşur. Bakanlıklarda çalışan memurlar bu sınıfın üyeleridir. İç Parti, bu kesimi rejime karşı potansiyel bir tehdit olarak görür ve bu nedenle yoğun bir baskı ve denetim altında tutar, çalıştıkları ve yaşadıkları her yerde tele-ekran denilen cihazlar aracılığıyla gözetim altında tutulurlar. Düşünmek, aşık olmak ve eğlenmek gibi temel kavramlar bu kesime yasaklanmıştır ve herhangi bir itaatsizlik gösterdiklerinde ağır cezalara çarptırılırlar. Orwell, Dış Parti üyelerinin yaşamını "Dış Parti üyeleri için yaşam, sürekli bir mücadele ve sefaletten ibarettir. Her günün bir savaş olduğunu ve iç Parti'nin baskısına karşı direnmek için sürekli olarak mücadele ettiklerini görüyorum. (Orwell, 2003: 134) sözleriyle aktarır. Bizzat bir Dış Parti üyesi olan Winston Smith’in kendi perspektifinden dış parti üyelerinin yaşamını aktardığı bu alıntıda, İç Parti'nin; Dış Parti üyeleri üzerinde kurduğu baskının boyutlarına ve bu baskının onları vermeye zorladığı umutsuz mücadeleye değinmiştir. Bir nebze de olsa özgürlüklerini geri kazanmak uğruna gösterdikleri bu umutsuz direniş, onları benzer durumdaki diğer bireylerle gruplaşmaya itmiştir. Başka bir deyişle; Dış Parti üyelerinin, İç Parti’nin uyguladığı baskı ve propagandaya karşı verdikleri mücadele, Okyanusya’da oluşmuş olan toplumsal sınıf ayrılığının en büyük nedenlerinden biridir. Bu bağlamda, Thomas Hobbes’un, egemen gücün mutlak bir otoriteye sahip olması gerektiği ve bu otoriteyi güvence altına almak için gerekirse sert önlemler alınabileceğini vurguladığı merkeziyetçi devlet anlayışının uygulandığı takdirde; toplumda ciddi bir toplumsal sınıf ayrımının oluştuğu gözlemlenmiştir. Egemen gücün mutlak otoritesinin sağlanması, kaçınılmaz olarak gücü elinde tutan bir elit sınıfın ortaya çıkmasına ve bu sınıfın, kendi çıkarlarını korumak için diğer sınıfları, korku ve baskı altında tutmasına yol açar. Bu durum, Orwell’in 1984 eserinde tasvir edilen ve İç Parti, Dış Parti ve Proleterler arasındaki keskin ayrımlarla belirginleşen sınıf yapısıyla benzerlik taşır. İç Parti, Hobbes’un öngördüğü merkezi otoritenin bir tezahürü olarak, tüm kontrol mekanizmalarını elinde bulundurur ve toplumun geri kalanını sıkı bir denetim ve baskı altında tutar. Bu toplumsal yapı, adaletsizlikleri derinleştirir ve toplumu oluşturan bireyleri özgürlüklerinden mahrum bir şekilde yaşamak zorunda kılar.
“Otoriter kişilik, bireyin kendi özgürlüğünden ziyade, güçlü otorite figürlerine ve sıkı bir hiyerarşiye olan bağlılığıyla tanımlanır. Bu kişilik tipi, genellikle kendi yaşamını ve toplumsal ilişkilerini, güçlü lider figürlerine itaat etme, güç kullanma ve diğerlerini kontrol etme üzerine kurar.” (Adorno, 2017: 23)
“Otoriter Kişilik” kavramı, doğrudan onu ortaya atan sosyolog Theodor W. Adorno tarafından bu alıntıda görüldüğü gibi tanımlanmıştır. Otoriter kişilik, hiyerarşik sistemlere ve otorite figürlerine doğal bir bağlılık duyan, itaat ve kontrolü özgürlüğün üzerine koyan bireylerin ortak özelliklerini bir araya getirerek atılmış bir kişilik tipidir. Bu kişilik tipi Thomas Hobbes’un felsefesi ile doğrudan uyuşmaktadır. Hobbes'a göre, insanların kaostan kaçınmak için güçlü bir egemenin kontrolü altında olmaya ihtiyaçları vardır, otoriter kişiliği benimseyen bireyler de güçlü liderlere itaat etmeyi tercih eder, böylece toplumda düzenin sağlanabileceğine inanır. 1984 eserinde, bu iki düşünce tipine de rastlamak mümkündür. 1984 eserindeki distopik toplum, Büyük Birader’in mutlak kontrolüne boyun eğen bireylerden oluşmaktadır. Eserdeki totaliter rejimin güçlü otoritesi, Hobbes’un egemen güç kavramını somutlaştırır. Parti, bireylerin düşüncelerini çeşitli manipülasyon teknikleri ve propagandalar aracılığıyla kontrol ederken, otoriter kişilik kavramını benimsemiş bireyler bu düzeni sorgulamadan kabul eder ve sürdürülmesine yardımcı olurlar.“İktidar bir araç değil, bir amaçtır. Kimse devrimi korumak için dik tatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar. Zulmün amacı zulümdür. İşkencenin amacı işkencedir. İk tidarın amacı iktidardır. Şimdi anlamaya başladın mı beni?"(Orwell, 2016: 286) Bu alıntı incelendiğinde, O’Brien’ın Parti’ye duyduğu bağlılığın boyutu ve benimsediği bu ideolojiyi korumak adına uygulanan her türlü acımasız yöntemi meşru gördüğü tespit edilmektedir. O’Brien’ın bu alıntıda aktardığı düşünce biçimi gücü ve kontrolü, bireyin özgürlüğünün üzerine koyan bir düşünce biçimidir. Bu düşünce biçimi Adorno’nun otoriter kişilik kavramıyla tam olarak örtüşmektedir, dolayısıyla O’Brien’ın otoriter kişilik tipine sahip olduğu çıkarımı yapılabilir. Romanın ana karakteri Winston Smith ve kız arkadaşı Julia, Büyük Birader’in totaliter rejimine karşı içsel bir direniş gösterirken, çevrelerindeki birçok insan O’Brien gibi otoriter kişilik özellikleri göstermekteydi. Bu bireyler güven ve düzen arayışı içerisinde O’Brien’ın totaliter rejimine boyun eğmiş ve partinin propagandasını içselleştimişlerdi. Bu durumdaki bireylerin benimsediği felsefe, Hobbes’un kaostan kaçınmak için egemen bir güce ihtiyaç duyduğu düşüncesinin eser içerisindeki örneği niteliğindedir.
Orwell’ın 1984 eserinde Hobbes’un ve Adorno’nun fikirleri birbirini tamamlar biçimde karşımıza çıkmaktadır. Hobbes'un felsefesi, Theodor W. Adorno’nun ortaya attığı otoriter kişilik kavramıyla birleşerek, 1984 eserinin felsefesinin merkezinde bulunan totaliter rejim kavramının anlaşılması adına güçlü bir perspektif sağlar. Hobbes’un, bir toplumu oluşturan bireylerin güvenlikli ve düzenli bir biçimde yaşamlarını sürdürebilmeleri için egemen bir gücün elzem olduğu yönündeki düşünce biçiminde bahsedilen egemen güç, eserde İç Parti rejimiyle somutluk kazanmıştır. İç Parti’nin otoritesini korumak ve güçlendirmek amacıyla uyguladığı aşırı baskı ve propagandaların sonucu olarak toplumun; İç Parti, Dış Parti ve Proletarya olarak üç sınıfa ayrılması, Hobbes’un savunduğu, egemen güç otoritesini korumak ve sürdürmek için sert önlemler alabilir, felsefesinin toplumsal sınıf ayrılığına yol açtığını kanıtlar niteliktedir. Adorno’nun otoriter kişilik kavramı ise eser içerisinde bulunan O’Brien gibi partiye derin bir bağlılık duyan karakterlerin düşünce biçimlerini ve bu karakterlerin totaliter rejimin sürekliliğinde oynadıkları rolü açıklar. Bu bağlamda, Thomas Hobbes’un devlet anlayışının, 1984 eserinde incelendiğinde toplumsal sınıf ayrılığına yol açtığı gözlemlenmiştir. Ayrıca, Hobbes’un insan doğasının bireyleri otoriter rejimlere itaat etmeye ve bağlılık göstermeye eğilimli kıldığı yönindeki düşünce biçiminin, Orwell’ın distopyasında yer alan totaliter rejimin oluşmasını ve sürdürülmesini açıklayan derin felsefi temeller bulundurduğu ortaya konulmuştur.
Kaynakça:
Uysal, M. B. (2012). GEORGE ORWELL’IN 1984’Ü: TOPLUMSAL DEĞERLER VE ANTİ-ÜTOPYA. Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, 1(9), 133-142.
Dönmez, Ö. N., & Elmalı, O. (2024). Thomas Hobbes’da Bireysel Hak Ve Özgürlükler. Current Perspectives in Social Sciences, 28(1), 12-22.
Orwell, G. (2016), 1984. Can Yayınları
Orwell, G. (2003), 1984. İlya Yayınları
Adorno, T.W. (2017), The Authoritarian Personality. Sel Yayıncılık
Hobbes, T. (2023), Leviathan. Yapı Kredi Yayınları


