top of page

1984 Eserinin Foucault'nun Panoptikon Kuramı Açısından İncelenmesi

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2024


XVIII. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen Fransız Devrimi ile özgürlük, eşitlik, cumhuriyet gibi kavramlar önem kazanmış ve kitleler, var olan rejimleri sorgulamaya başlamıştır. Bu nedenle krallıklar ve imparatorluklar, rejimlerin devamlılığını sağlamak için toplum üzerindeki baskıyı ve gözetimi arttırmıştır. Gözetim ve disiplinin sağlanması amacıyla hapishane, okul, hastane gibi iktidarın gözlendiği kurumlarda çeşitli uygulamalara başvurulmuştur. Panoptikon modeli de bu uygulamalardan biridir. Panoptikon, İngiliz filozof Jeremy Bentham ve mimar Samuel Bentham’ın tasarladığı bir hapishane modelidir. Görünmeden gözetleme mekanizmasını temel alan bu model, hücrelere ayrılmış dairesel bir bina ve merkez noktasında bulunan bir gözetleme kulesinden oluşur. Özne ve iktidar ilişkisi üzerine çalışmalar yapan postyapısalcı filozof Michel Foucault, çalışmalarında panoptikon kavramına yer vermiş ve bu kavramı sosyal bilimlere kazandırmıştır. Foucault’ya göre panoptikon, gözetim toplumlarını oluşturan bir çeşit iktidar modelidir. George Orwell’in kaleme aldığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı eseri, gözetim toplumlarına yönelik bir eleştiridir. Bu açıdan incelendiğinde Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eserinde, panoptikon modelinin yol açtığı iktidarın izlerine rastlamak mümkündür. Bu bağlamda, bu çalışmada Foucault’nun panoptikon kuramına bağlı kalınarak özne-iktidar ilişkisi ve bu ilişkinin Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eserindeki örnekleri incelenecektir. 


Foucault’ya göre iktidar; bilginin üretimine bağlı olarak her alanda oluşturulabilen, farklı pratiklerle birleştirilebilen, hapishane, okul, hastane gibi kurumlarda yoğunlaşarak söylemlerle şahıslara yönelen bir tahakküm aracıdır. Yalnızca siyaset alanına veya siyaset alanıyla ilgisi bulunana indirgenemez. Dolayısıyla, iktidar bir devletin ya da hükümdarın hükmetme ve uygulama biçiminden daha ziyade ağsal bir yapıdır ve bu ağ içinde özneler hareket halindedir (Ağın, 2022: 68). Modern iktidar, hareket halindeki öznelerin ceza yoluyla itaat etmesini sağlamak yerine özneleri biçimlendirerek öznelerden verim almayı hedefler. Bu biçimlendirmeler çeşitli dikotomilere, başka bir deyişle ikiliklere dayanır. İktidar, özneleri belirli normlara göre sınıflandırır. Toplum içinde norma tabi olmayan kişi, grup ve zümreleri toplumdan ayrıştırarak belli bir mekân içerisinde gözetim altında tutar (Ağın, 2022: 69). Bu durumda özne, iktidarın nesnesi haline gelir. Akıl hastalarının akıl hastanelerine, suçluların cezaevlerine kapatılması öznelerin nesneleştirilmesine örnek gösterilebilir. Bu iki kurumda, “normal” kalıbına uymayan bireylerin baskı ve disiplin yoluyla bu norma uygun hâle gelmesi amaçlanır. Disiplinci mekanizmalara dayanan bu tarz mekânlar ya da yöntemler, iktidarın kendisini oluşturur ve söylemler aracılığıyla insanları denetim altında tutar. Söylemler ise yasaklama, ötekileştirme ve dikotomiler yoluyla oluşturulur. Bu bağlamda, iktidarın söylemlerle iç içe bulunduğu ve söylemlerle üretildiği söylenebilir. 


İktidarı kurumsallaştırarak özneleri biçimlendiren bir diğer sistem örneği de panoptikon modelidir. “Jeremy Bentham‟ın Yunanca ‘pan’ ve ‘optikon’ kelimelerinden türetilen ve ‘her yeri gören yer’ anlamına gelen Panoptikon’u, modern disiplin amaçlı gücün ideal mimarlık biçimidir” (Ergun, 2016: 28). Panoptikon modelinde bir gözetleme kulesi, bu kulenin etrafında da hücrelere bölünmüş dairesel bir bina bulunur. Gözetleme kulesinde bulunan kişiler, hücrelerdeki mahkumları görebilmekte ancak mahkumlar, gözetleme kulesinde bulunan kişileri görememektedir. Foucault, görünmeden gözetleme mekanizmasına dayanan bu modeli şu şekilde açıklamaktadır:


“Panoptisizm, toplumumuzun karakteristik özelliklerinden biridir. Kişisel ve sürekli gözetim biçimi altında, denetim, cezalandırma ve ödüllendirme biçimi altında ve ıslah biçimi altında yani bireylerin bazı kurallara göre dönüştürülmesi ve şekillendirilmesi biçimi altında, bireylere uygulanan bir iktidar biçimidir bu. Panoptizmin bu üçlü yanı gözetleme, denetim ve ıslah toplumumuzda var olan iktidar ilişkilerinin temel ve karakteristik bir boyutu gibi durmaktadır” (Foucault, 2000: 237).


Panoptizmin ürettiği bu iktidar ilişkileri incelendiğinde, öznelerin gözetimi zamanla içselleştirdiği görülmektedir. Özneler, gözetleyenin belirsizliği ve sürekli gözetim altında tutulmanın oluşturduğu baskı nedeniyle kendi kendilerini denetlemeye ve biçimlendirmeye başlar. Böylelikle iktidar, özneler üzerinde devam ettirilmiş olur. Sadece panoptikon modeliyle sınırlı olmayan bu mekanizma, gözetim toplumlarının temelini oluşturur. Gözetleme olgusu, toplumun işleyişine doğrudan müdahale ettiğinde bireyler tarafından içselleştirilir ve iktidarın devamlılığı sağlanır. 


Kurgusal bir gözetim toplumu üzerinden ilerleyen Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eserinde, panoptizm ilkesinde yer alan özne-iktidar ilişkisine rastlamak mümkündür. Eserde, Büyük Birader olarak adlandırılan bir liderden bahsedilir ancak bahsi geçen lider yalnızca tasvirlerden ibarettir. Posterlerde, madeni paraların üzerinde, tele-ekranlarda ve daha pek çok yerde “BÜYÜK BİRADER SENİ İZLİYOR” (Orwell, 2021: 8) sloganıyla birlikte bir simge olarak yer alır. Bu türden bir liderin varlığı, panoptizmin temelini oluşturan görünmeden gözetleme mekanizmasıyla doğrudan ilişkilidir. Büyük Birader’in yanı sıra, toplumun tele-ekran adı verilen cihazlarla gözetlenmesi de bu mekanizmaya örnek teşkil eder. Tele-ekranların işleyişi, eser içerisinde şu şekilde aktarılır:


“Bu alet eşzamanlı olarak alıcı ve verici işlevi görürdü. Winston’ın çıkardığı tüm sesler -fısıltıdan birazcık yüksekse bile- kaydediliyordu; üstüne üstlük Winston tele-ekranın görüş alanındaysa, duyduğu gibi görülebiliyordu da. Elbette, ne zaman izlendiğinizi bilmek imkânsızdı. Düşünce Polisi’nin, hangi sıklıkla ya da neye göre bireyleri gözetlediği hakkında yalnızca tahmin yürütülebilirdi. Herkesi aynı anda izlemeleri muhtemeldi. Fakat durum her neyse istedikleri anda sizi izleyebildikleri açıktı. Ağzınızdan çıkan her kelimenin duyulduğu, karanlıkta olduğunuz zamanlar dışında tüm hareketlerinizin görüldüğünü varsayarak yaşamak zorundaydınız: elbette, zaman içinde zorunluluktan çıkıp alışkanlığa dönüşmüş bir içgüdüyle öylece yaşayıp gidiyordunuz” (Orwell, 2021: 8).


Alıntıdan yola çıkarak eserde ele alınan toplumun, bir süre sonra gözetimi içselleştirdiğine ve bireylerin kendi kendilerini denetlemeye başladığına yönelik çıkarım yapılabilir. Panoptikon modelinde olduğu gibi eserde de biçimlendirilen özneler, iktidarın nesnesi haline gelmiştir. Bahsi geçen iktidarın özneyle kurduğu ilişkiye ek olarak söylemlerin üretilmesine dair örnekler de bu distopik yapıtın içerisinde yer alır. Eserde Okyanusya’nın resmi dili olarak anlatılan Yenidil, iktidar tarafından sürekli olarak değiştirilir ve kelimelerin anlamları daraltılarak daha farklı söylemler üretilir. Syme isimli karakter, Yenidil’in amacını bu ifadelerle açıklar:


“Yenidil’in bütün amacının düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu göremiyor musun? Sonunda düşünce suçunu tam anlamıyla imkânsız kılacağız çünkü onu ifade edebilecek hiçbir kelime kalmayacak. İhtiyaç duyulan her kavram, tek mânâya gelen ve ikincil anlamları unutulmuş sözcüklerle ifade edilebilecek” (Orwell, 2021: 54).


Kelimeler, düşüncelerin ifade edilmesini sağlayan araçlardır. Kelimelerin anlamı daraltıldığında ya da kelimeler tamamen ortadan kaldırıldığında istenilen düşünce ifade edilemez. Yenidil’in amacı da budur. İktidarın uygun görmediği söylemleri ortadan kaldırmak, diğer bir deyişle düşünce suçunu imkânsız kılmak için kelimeler üzerinde değişiklik yapar ve yeni söylemler üretir. Söylemler iktidarla iç içe olduğundan iktidar da söylemler gibi bireylerin zihninde yer ederek devamlılığını sağlar. 


Foucault’nun iktidar tanımı, siyaset alanıyla sınırlı değildir. Ona göre iktidar, kurumsallaştırılarak söylemler aracılığıyla bireyler üzerinde hakimiyet kuran ağsal bir yapıdır. Bu ağsal yapı içerisinde hareket eden özne; baskı, denetim ve dikotomiler aracılığıyla iktidar tarafından biçimlendirilir. Bu nedenle özne, iktidarın nesnesi haline gelir. Foucault, özneyle iktidar arasındaki bu ilişkiyi açıklamak adına çalışmalarında panoptikon modeline yer vermiştir. Panoptikon modeli, iktidarı kurumsallaştırarak özneyi şekillendiren bir sistem örneğidir. Görünmeden gözetleme olgusuyla özneler üzerinde baskı kurar. Özneler, gözetim altında tutulmanın baskısıyla kendilerini biçimlendirmeye ve denetlemeye başlar. Gözetim olgusunun özneler tarafından içselleştirilmesi, iktidarın devamlılığını sağlar. Bu devamlılık ilkesi, gözetim toplumlarının temelini oluşturur. Gözetim toplumlarına karşı bir eleştiri niteliği taşıyan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eseri, panoptizmin ürettiği özne-iktidar ilişkisi üzerine kurulmuştur. Eserde tasvir edilen Büyük Birader ve tele-ekranlar, panoptizm ilkesindeki gözetleme olgusuyla benzerlik gösterir. Bunun yanı sıra eserdeki Yenidil örneği, iktidarın söylemlerle üretildiğine dair kanıt sunar. Bu bağlamda, bu çalışmada Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eseriyle Foucault’nun panoptikon kuramı arasında doğrudan ilişki bulunduğu tespit edilmiştir.

bottom of page