top of page

Mustafa Kemal’in Doğduğu Dönemde Osmanlı Devleti’nin İçinde Bulunduğu Durum

Güncelleme tarihi: 8 Ara 2024



Mustafa Kemal 1881 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Selanik şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu yıllarda Osmanlı gerileme ve modernleşme dönemindedir. Geçmiş yıllarda kaybedilen savaşlar, kaybedilen topraklar, Avrupa’dan gelen yeni düşünceler, Avrupa’daki ve diğer bölgelerde çıkarılan isyanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini tehdit etmektedir. Osmanlı’nın içinde bulunduğu bu durum yüzünden Avrupalı devletler Osmanlı’ya “Hasta Adam” demektedirler. Bu makalede Mustafa Kemal’in doğduğu 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum sosyal, siyasi ve ekonomik olmak üzere üç başlık altında incelenecektir.


Çok uluslu bir yapıya sahip Osmanlı Devleti Fransa’dan başlayarak Avrupa'yı etkisi altına alan milliyetçilik akımından olumsuz etkilenmiştir. Avrupalı devletlerin kışkırtmasıyla ayaklanan azınlıklar bulundukları bölgeleri tehdit etmektedirler. Bu bölgelerde çıkan isyanlardan etkilenen Osmanlılar bölgelerden yavaş yavaş göç etmeye başlamıştır. Bu göçlerin bölgedeki kontrolü kaybetmeye sebep olduğunu farkeden Osmanlı aydınları kurtuluş çareleri düşünmeye başlamıştır. Bu düşünürler birden fazla fikir akımı ortaya atmıştır. Bu fikir akımlarının arasında özellikle 4 tane fikir akımı güç kazanmıştır. Bu fikir akımları Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktür.


Batıcılık fikri Batı’nın bizden daha gelişmiş olduğunu kabul edip Batı’da kullanılan sistemi benimsemek ve bu sistemi uygulamaktır. Batıcılık fikrinin önde gelen savunucularından birkaçı Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet, Celal Nuri İleri’dir. Batılılaşmanın "siyasî-hukukî bir şekil" alması Tanzimat Fermanı'yla gerçekleşmiştir. Tanzimat Fermanı Osmanlı Devleti’ndeki azınlıklara önemli haklar tanıyarak olumsuz etkileri azaltmak istemiştir. Bunun dışında dönemin siyasi kararlarının çoğunda da Batıcılık akımının etkisi görülür.


Osmanlıcılık fikri ise dil, din, ırk ve mezhep ayırmadan Osmanlı’da yaşayan herkesi kanun önünde eşit şekilde gören ve aynı çatı altında toplamaya çalışan anlayıştır. Önde gelen savunucularından birkaçı Ziya Paşa, Namık Kemal ve Mithat Paşa’dır. Bütün herkesin Osmanlı Devleti altında toplanmasının azınlık hareketlerini azaltacağı düşünülmüştür. Kanun-i Esasinin ilanında rol almaktadır. Balkan Savaşı’nın çıkmasıyla geçerliliğini yitirmiştir.


İslamcılık fikri dini birlik devleti ayakta tutabilir düşüncesiyle İslam toplumlarının devletten ayrılmalarının engellenmesi amaçlamıştır. Önde gelen savunucularından birkaçı Mehmet Akif, Said Halim Paşa’dır.


Türkçülük fikri Türkleri milli bir duygu ile birleştirerek Osmanlı bayrağı altında güçlü bir unsur olarak yeniden dünya devletleri arasına sokmayı amaçlamıştır. Türkçülük fikrinin önde gelen savunucularından birkaçı Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura ve Ömer Seyfettin’dir. Türkçülük fikri başta ayrımcılığı tetiklediği için desteklenmese de azınlıkların ayaklanması ile daha popüler bir fikir haline gelmiştir. Bu fikirlerin hepsi Tanzimat fermanı, Islahat fermanı, Birinci Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, Kanun-i Esasinin ilanı başta olmak üzere birden fazla siyasi gelişmeye zemin hazırlamıştır. Bu siyasi fikirlerden ilk sırada yer alan Tanzimat Fermanı’dır. Tanzimat kelimesi “düzenlemeler, reformlar” demektir. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839'da Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilmiştir. Gülhane parkındaki ilanı dolayısıyla Gülhane Hatt-ı Şerifi (Padişah Yazısı), Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu veya Tanzimât-ı Hayriye (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Tanzimat Fermanı’nın amacı Avrupa devletlerine kıyasla geride kalan Osmanlı Devleti’ni yeniden ayağa kaldırmak ve devletin birden fazla bölgesinde baş gösteren azınlık isyanlarına karşı azınlıklara yeni haklar tanıyarak bölünmenin önüne geçmektir.


Çoğu tarihçi tarafında Osmanlı Devleti’nde batılılaşmanın ilk adımı olarak görülen ferman bu özelliğine uygun olarak Fransız Devrimi'nin İnsan ve Vatandaş Hakları bildirgesinden esinlenmiştir. Hukuk alanındaki gelişmelerinin çoğunu da Fransız Ceza Kanunu’ndan almış bulunmaktadır. Bu kanunlardan bazıları şu şekildedir: Vatandaşlar herhangi bir ayrım olmaksızın osmanlı vatandaşı olarak kabul edilir. Bu kararda Osmanlıcılık düşüncesinin etkisi görülebilmektedir. Bu yüzden bazı tarihçiler tarafından Osmanlıcılık fikir akımı fermanın ilanındaki ana akım olarak görülür. bunun dışında gayrimüslimlere davalarda söz hakkı verilmiş, zorunlu askerlik getirilmiştir. Genel olarak fermana baktığımızda hukuk alanında verilen kararların daha efektif ve önemli olduğu çıkarımına ulaşılabilir. Çünkü ilk defa gayrimüslimlere haklar tanınmış, ayrımcılık kalkmış, batı ülkeleri örnek alınmıştır. Bu karılarla beraber ferman bir hukuk devleti olma yolunda önemli adımlardan biri olarak kabul edilmektedir. Islahat Fermanı, Kırım Savaşı'nın ateşkesinden 18 gün sonra, 18 Şubat 1856'da ilân edilmiştir. Islahat Fermanı içeriğinde Tanzimat Fermanı tarafından gayrimüslimlere sağlanan hakları genişletmiştir. Amacı Tanzimat Fermanı ile benzerlik göstererek kötü gidişatı durdurmak, Avrupa ile ilişkileri düzeltmek, azınlıkları Osmanlı Devleti’ne bağlı tutmaktır. Tanzimat Fermanı’nda yayınlanan eşitlik kararları bazında azınlıklara yeni haklar da tanınmıştır. Gayrimüslimlere devlet memuru olma ve askeri okullarda okuma yolu açılmıştır. Böylelikle azınlıkların Osmanlı Devleti’ne bağlılığının artırılması amaçlanmıştır. Bunun dışında gayrimüslimler kendi meclislerini kurarak kendi içlerinde bir karar mekanizması yaratmışlardır. Azınlıklara tanınan bu haklar halk arasında daha büyük problemlere yol açmıştır ve böylelikle kurtuluş yollarından biri olarak görülen ferman başarıya ulaşamamıştır. Osmanlı Devleti’nin gitgide çöktüğünü gören Osmanlı aydınları Meşrutiyetin ilanının çöküşe son vereceğini umarak bu fikri destekliyorlardı. Meşrutiyetin ilanını isteyen Osmanlı aydınlarından oluşan “Genç Osmanlılar” bu yolda 2. Abdülhamid'i destekleyerek onun tahta çıkıp meşrutiyeti ilan etmesini istediler. Bu aydınların desteğini alan 2. Abdülhamid tahta çıktı. Tahta çıkan Abdülhamid devlet adamlarının, aydınların ve batılı devletlerin baskısıyla beraber 23 Aralık 1876’da 1. Meşrutiyeti ilan etti ve böylelikle Türk toplumunun ilk yazılı anayasası olan Kanun-i Esasi de kabul edildi. Kanun-i Esasiye göre yürütme yetkisi tamamen padişahın elindeydi.


Bunun dışında meclis iki kanada ayrılıyordu. Bu kanatlardan biri üyeleri padişah tarafından atanan ve önde gelen üst rütbeli insanlardan oluşan “Meclis-i Ayan”dı. Diğer bir kanadı ise üyeleri halk tarafından seçilen “Meclisi Mebusan”dı. Bu sayede Osmanlı halkı kısıtlı da olsa devletin yönetimine katılmıştır. Meclisi Mebusan üyeleri 4 yıllığına seçilirken Meclisi Ayan üyeleri padişahın isteği süresince görev yapabiliyorlardı ayrıca Meclisi Mebusan’da alınan kararlar Meclisi Ayan’da onaylanmadan uygulanamıyordu. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın en şiddetli olduğu zaman Meclisi Mebusan’ın 2. dönemi açılmıştır. 93 Harbini gerekçe göstererek 2. Abdülhamid 13 Şubat 1878 günü Kanun-i Esasinin ona verdiği yetkiye dayanarak anayasayı askıya alarak meclisi süresiz olarak tatil etmiştir. Meşrutiyetin askıya alınmasından rahatsız olan ve 2. Abdülhamid'e yeniden meşrutiyeti ilan ettirmek isteyen askeri öğrenciler İttihad ve Terakki adında bir cemiyet kurarlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 2. Abdülhamid'in baskıcı politikalarında rahatsiz olan halkı ve osmanlı aydınlarının desteğini alarak günden güne Abdülhamid’e baskı yaparlar. Bu sırada İngiltere ve Rusya arasında geçen 1908 Reval Görüşmelerinde alınan kararlar üzerine İttihat ve Terakki Makedonya’da bir isyan çıkarır. İsyanı dizginleyemeyen ve daha fazla baskıya dayanamayan 2. Abdülhamid 23 Temmuz 1908 de 2. Meşrutiyeti ilan eder. Meşrutiyetin ilanında önemli bir rol oynadığı için Enver Paşa’ya “Hürriyet Kahramanı” unvanı verilmiştir.


Meşrutiyetin ilanından sonra yapılan seçimlerde çoğunluğu İttihat ve Terakki fırkası sağlamıştı. Gün geçtikçe fırkanın kararlarından rahatsız olanlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu muhaliflerden gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesi büyük bir protesto hareketine yol açtı, bu protestolarda askerler ve fırka üyeleri linç ediliyor, fırkanın yanlısı basın yayın binalarına zarar veriliyordu. Protestocuların amacı monarşi yönetimini geri getirmekti. 31 Mart Vakası adı verilen bu ayaklanma Selanik'ten gelen komutanlığını Mahmut Şevket Paşa'nın, kurmay başkanlığını ise Mustafa Kemal'in yaptığı “Hareket Ordusu” tarafından bastırıldı. Bu ayaklanmaya destek olduğu gerekçesiyle 27 Nisan 1909 tarihinde 2. Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine 5. Mehmet Reşat Paşa tahta çıkarıldı. 31 Mart vakasının bastırılması üzerine etkinliğini arttıran İttihat ve Terakki Fırkası 1909 yılında Kanun-i Esasi’de birkaç kanun değişikliğine gitti. Amaç meclisin yetkilerini arttırıp padişahın yetkilerini kısıtlamaktı. 1876 ve 1909 Kanun-i Esasi maddelerindeki bazı değişiklikler şunlardır: Artık hükümet meclise karşı sorumluydu ve hesap vermeliydi. Anlaşmaları meclis onaylayacaktı, padişahın meclisi kapatma ve gelen kanun tekliflerini sonsuz veto hakkı elinden alındı. Bu kararlarla beraber meşrutiyet yönetimi güçlenirken monarşiye darbe vuruldu. Halkın artık yönetimde daha fazla söz hakkı vardı ve kararlar halkın iradesine verilmişti. Bu olayla beraber Osmanlı İmparatorluğu’nun Reform dönemi son bulmuştur ve Osmanlı dağılma dönemine girmiştir. Osmanlı reform dönemi boyunca özellikle Fransa'da çıkan milliyetçilik akımının etkisiyle ve gitgide azalan savaş gücüyle dünya devletleri arasındaki yerini kaybetmeye başlamıştır. Özellikle Osmanlı’nın topraklarında gözü olan devletler milliyetçilik akımını kullanarak Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını amaçlamıştı. Bu durumun önüne geçmek isteyen Osmanlı yeni fermanlar yayınlamalarına, yeni düşünce akımlarını benimsemelerine rağmen bu problemlerin önüne geçemedi. Problemlerin önüne geçemeyen padişaha karşı meşrutiyet yönetimi isteyen osmanlı aydınları baskılarla beraber meşrutiyet yönetimini ilan ettirdiler. Böylece halk ilk defa yönetimde söz sahibi oldu ama bu durumda ülkedeki karışıklıkları durdurmaya yetmedi, dışarıdaki tehditler de gün geçtikçe baskısını artırıyordu. Osmanlı reform döneminde yaptıklarıyla gerileyişini durduramamıştır.



Kurulduğu zamandan beri birden fazla toplumu içinde bulunduran ve onları asimile etmek yerine kendi kültürlerini yaşamalarına izin veren osmanlı Devleti 19. yüzyılda bu durum yüzünden sorunlarla karşılaşmaya başlamıştı .Fransız Devrimi’nin etkilerini hala gördüğümüz Osmanlı Devleti’nde yapılan reformlarla beraber Osmanlı yüzünü batıya dönmüş ve batılılaşma çalışmaları başlamıştı, devletin ticari ve sosyal alanda daha fazla fazla çalışmalara başlamasıyla beraber önemli adımlar atılmaktaydı. Bunlardan biri Anadolu’daki ilk demiryolu olan Aydın-İzmir demiryolunun yapılmasıydı. İngilizler tarafından yapılan demiryolunun yapılma nedenlerinden biri Ege bölgesinin konumundan dolayı önemli bir ekonomik potansiyel taşımasıydı diğer bir nedeni ise bölge içindeki ulaşım yetesizliğiydi. Dönemin ulaşım araçlarından bir olan trenin Osmanlı Devleti’nin kendisi tarafından değil de İngiltere tarafından yapılması ve ingilizlere bu demiryolu hakkında imtiyaz tanınması Osmanlı devletinin Batılı devletlere kıyasla belli alanlarda geride kaldığının bir göstergesiydi. Ulaşım dışında haberleşme açısından da geride kalan Osmanlı, dönemin en çok kullanılan haberleşme aracı olan telgraf için ilk telgraf hattını 1855 yılında çekti. Böylelikle Osmanlı da uzun zamandır kullanılması beklene telgraf kullanılmaya başladı. Kırım savaşında etkili bir şekilde kullanılan telgraf savaştan sonra hızlı bir şekilde yayıldı ve etkili bir şekilde kullanılmaya başlandı.


Sosyal alanda yapılan değişiklikler sadece bunlarla sınırlı değildi. Batılılışma esasında eğitimdeki değişikliklerle ile Osmanlı modern eğitim kurumları açmaya başladı. 2 Abdülhamid döneminde açılan bazı eğitim kurumları şunlardı: Sanay-i Nefise Mektebi, Hamidiye Ticaret Mektebi, Tüccar Kaptan Mektebi, Deniz Ticaret Mektebi. Osmanlı’da eğitim alanındaki gelişmeler sadece bunlar değildi. Yabancı ve azınlık okullarının sayısı gitgide artıyordu. 1897 yılında toplam 6523 tane azınlık okulu ve 384 tane yabancı okulu vardı. Eğitim alanındaki bu ayrılacılılar Batılı fikirlerin ülkeye girmesini katkı sağladı. Bu şekilde Batılı devletler öğrencilere rahatlıkla kendi fikirlerini empoze edebiliyorlardı. Sosyal alanda yapılan reformlar da Osmanlı Devleti’nin çöküşünü geciktirmedi. Batılı devletlere tanınan ayrıcalıklarla beraber sosyal hayattaki karmaşada büyük bir soruna dönüşmeye başladı.


19. yüzyılda Osmanlı ekonomisi bölünmüş şekildeydi, Belirli bir ulusal ekonomiden söz edilemezdi ve ekonomik faaliyetler daha çok İstanbul, Selanik, İzmir gibi bölgelerde yoğunluktaydı. Döneme etki eden ekonomik gelişmelerden sanayi devrimini uygulamayan Osmanlı, ekonomik olarak Avrupa'ya kıyasla güçsüz kalmıştı. Bundan önceki dönemler de Avrupalı devletlere tanınan kapitülasyonlar, sanayi devrimi dolayısıyla ucuza üretilen malların osmanlı topraklarında bu üretim fiyatının üstüne ama osmanlı piyasasındaki ortalamadan ucuz olacak şekilde satılarak ekonomik olarak Osmanlıdaki üreticilerine darbe vuruyordu. Dış ticaret bazı yıllar dışında her yol açık vermişti. Ekonomik olarak tutunamayan Osmanlı ise çareyi yabancı devletlerden borç alarak bulmak istemişti. 1854 yılında Osmanlı Devleti Kırım Savaşı için İngiltere’den 200.000 sterlin borç almıştı. Yıllar geçtikçe de Osmanlı Devleti dış borç almaya devam etti ve en sonunda 1881 yılında alınan borçları denetlemek için Düyûn-ı Umûmiye kuruldu. Bu alınan dış borçlar zaman geçtikçe Osmanlı Devleti’nin aleyhine kullanılacak ve Osmanlı üzerinde baskı oluşturacaktı. Ekonomik olarak Osmanlı devletinin güçsüz olması genel olarak birden fazla alanı etkiliyordu. Ekonomiden başlayan ve gün geçtikçe birbirini tetikleyen bu nedeler sonunda Osmanlı Devleti’ni bir yıkıma sürüklemişti. Mustafa Kemal Aatatürk bu konu hakkında şöyle demiştir:


“Tarih, milletlerin yükselme ve alçalma sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler içtimaî hâdiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, alçalışıyla alâkası olan, münasebetli olan, milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübelerin tespit ettiği bu hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirir. Gerçekten Türk Tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka birşey olmadığı anlaşılır. “


19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin reformlar yaparak kurtuluş çaresi aradığı bir dönemde doğan Mustafa Kemal siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çok fazla yeniliğe ve kargaşaya şahit olmuştur. Bu durum onun fikir yapısını dolayısıyla Türkiye cumhuriyetinin yapısını şekillendirmekte yardımcı olmuştu. Siyasi olarak askeri ve ekonomik gücünü kaybeden Osmanlı devleti dış ve iç siyasette gücünü kaybetmeye ve gerilemeye başlamıştır, Meşrutiyet Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı gibi çözüm yolları bu durumu geciktirmesine rağmen tamamen engel olamamıştır. Siyasi durumdan güçlü bir şekilde etkilenen halkın batılılaşma ayrılıcıkları sayesinde batılı devletlere tanınan ayrıcalıklara tepki göstermişti. Sosyal hayatta birçok ilk ve gelişme yaşanmasına rağmen bunlar da Osmanlı devletinin gerilemesine engel olamamıştı. O zamanki bu sorunların altındaki en büyük problem aslında ekonomik durumdu. Dönemin gelişmelerinden Sanayi Devrimini yakalanamayan Osmanlı Devleti geri planda kalmıştı, dış borçlar alarak bu durumu düzeltmeye çalışsa da bu sadece Osmanlı Devletini daha zor duruma soktu. Sonuç olarak Osmanlı Devleti bu dönemde farklı alanlarda türlü değişiklikler yapmasına rağmen gerilemenin önüne geçemedi.

bottom of page