top of page

1984 Eserindeki Sevgi Bakanlığı ile Eckhart'ın "Seni mükemmelliğe en hızlı biçimde ulaştıracak şey acı çekmektir" Sözünün Karşılaştırılması

 

Eğitim insanlık tarihi boyunca var olan ve bulunduğu süre boyunca insanları istenen bireye ulaştırmak için kullanılan bir araçtır. Bu eğitimlerin itaat etmeyi öğretmek ve kişiyi geliştirmek gibi amaçları vardır. Eğitimin amacı istenen bireye ulaşmak olmakla beraber bu bireye nasıl ulaşılacağı tartışma konusu olmuştur. Bu istenen birey öğreten için mükemmel bireydir ve verilen tüm eğitimler bu mükemmel bireye ulaşmak için verilir. Meister Eckhart’a göre ise bu mükemmelliğe ulaşmanın en hızlı yolu acı çekmektir. Acı ise kitapta Sevgi Bakanlığının yaptığı işkencelerle kendini gösterir. 1984’te kişiyi istenen mükemmel bireye ulaştırmak için bazı işkenceler yapılır ve eğitim kitaptaki adıyla rehabilitasyon sürecindeki şahsın mükemmel bireye ulaşması amaçlanır.Bu bağlamda 1984’teki Sevgi Bakanlığının yaptığı işkenceler ve Eckhart’ın yöntemleri benzeşmektedir. Bu işkencelerin amaçlarından biri de cinsel isteği yok etmektir fakat Winston karakteri Julia’ya aşıktır. Schopenauer aşkın insana her şeyi yaptırabileceğinden ve kendine dair her şeyden vazgeçtirebileceğinden bahseder. Winston karakterinin Julia’ya duyduğu aşk ve mükemmel birey yolunda yapılan işkenceler birbiriyle çatışır. Bu makalede 1984’e göre mükemmel bireyler yolunda yapılan işkenceler ve Winston’ın Julia’ya olan aşkı Schopenhauer felsefi görüşleri bağlamında incelenecektir.

 

Schopenhauer aşkın insan doğasının bir parçası olduğundan bahseder.Bu aşk sadece bireyi değil aynı zamanda doğayı da etkiler. Bu sebepten ötürü aşk sadece bireyin değil aynı zamanda doğanın aşkıdır. Doğanın buradaki amacı türün ideal tipini korumak ve geleceğe daha mükemmel nesiller yetiştirmektir. Schopenhauer bu ideal tipi sağlıklı çocuk olarak tanımlar ve cinsel isteğin bu sağlıklı çocuğu oluşturma içgüdüsünden geldiğini savunur. Bu anlayışa göre bireyin sağlıklı çocuğu doğurabilmesi için bireyin kendinde gördüğü fiziksel ve ruhsal eksiklikleri tamamlaması gerekmektedir. Birey bu eksikliklikleri ancak partneriyle tamamlayabilir. Bu sebepten dolayı birey bu ideal tipi oluşturmak için partnerinde kendinde gördüğü eksiklikleri arar. Kitapta Winston karakteri Julia’ya aşıktır. Bu felsefeye göre Winston karakterinin kendinde gördüğü eksiklikleri partnerinde bulmuş olması gerekmektedir. Winston’ın kendinde gördüğü eksiklikleri partnerinde araması için öncelikle kendisini tanıması gerekmektedir. Winston kitabın ilk kısımlarında kendi benliğinden habersizdir. Bu habersizlik kendisini Parti düşmanı biri olmaktan alıkoyar fakat Winston kendi benliğiyle tanıştıkça durum değişir. Kitabın ilk kısımlarında sürekli hayatının tekdüzeliğinden ve anlamsızlığından bahseder. Winston kitabın ilk kısımlarında bu durumu bir sorun olarak görmemektedir fakat ilerleyen sayfalarda Winston’ın zihninde Parti karşıtı düşünceler belirmeye başlar. Bu Parti karşıtı düşünceler Winston’ın kendini benliğini arama sürecinin başlangıcıdır.  Bu fikirler Winston’ın zihninde var olmakla beraber Winston bu düşüncelerini eyleme dökmek istemektedir ve ilk eylemini günlüğüne KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER yazarak gerçekleştirir ve kendi benliğini yavaş yavaş bulmaya başlar. Winston her ne kadar düşünceleriyle Partiye karşı olsa da bu düşüncelerini eyleme dökmekte motivasyon eksikliği yaşar. Winston’ın kendini tanımaya başladığı bu dönemde Julia ile tanışır. Julia kitapta Winston’ın olmak istediği karakterdir ve Winston’ın Julia’ya özendiğini görürüz.

 

“"Pazar öğleden sonra işin var mı?"

"Hayır."

"O zaman dinle. Aklında tutman gerekecek. Paddington İstasyonu'na git ... " Winston'ın ağzını açık bırakan, nerdeyse askeri bir şaşmazlıkla, izleyeceği yolu tarif etti.”(Orwell, 2016: 131)

 

Winston Julia’nın yolu bu şekil tarif etmesine şaşırmıştır  halihazırda kitap boyunca Winston ve Julia’nın buluşmalarını her zaman Julia ayarlar ve kitabın ilerleyen kısımlarında beraber kaldıkları evi de Julia tutmuştur. Bunun yanında kitap boyunca Winston’ın Julia’ya kıyasla kendini eksik hissettiğini görürüz.

 

“İlkin büyük bir rahatlık duymuştu, ama önünde ilerleyen dipdiri, incecik bedene, beline sımsıkı sarılmış kırmızı kuşakla kalçalarının daha da ortaya çıkan yuvarlaklığına bakarken yüreğine ağır bir eziklik çöktü. Şimdi bile, kız arkasına dönüp kendisine bir baksa, vazgeçebilirmiş gibi geliyordu Winston'a.”(Orwell, 2016: 135)

 

Bu alıntı Winston’ın daha hiç tanımadığı bu kadınla ilk karşılaşmasında kendini eksik hissettiğinin bir örneğidir. Kendisini o genç kadına layık görmeyen Winston kendisinin yeterli olamayacağını düşünüp kızın onu bırakacağını düşünmüştür fakat kitabın ilerleyen kısımlarında Julia’nın Winston’ın eksikliklerini kapattığını ve kendini tamamlamasına yardımcı olduğu tespit edilir. Julia Winston’a kıyasla daha cesurdur, Winston’ın aklındaki düşünceleri eyleme dökebilmektedir. Partiye çok sadık biriymiş gibi gözüküp özel hayatında Partiye karşı eylemlerini sürdürebilmektedir. Julia'nın bu yakınlığı, Julia’ya farkındalık katar ve Julia Partinin politikalarına ve bu politikaların amaçlarına daha hakimdir. Bu bilgiler ışığında Winston incelendiğinde Winston ne Partiye Julia kadar yakındır ne de Julia kadar cesurdur. Winston, her ne kadar Partiye karşı eylemler yapsa da kalabalık alanlarda bu düşüncelerini gizlemekte, Parti’den saklanmaktadır.  Bu korkusunun yanı sıra Julia kadar bilinçli de değildir. Winston’ın bu Parti karşıtlığı benliğinin bir parçası olmuş, kendi benliğini bu karşıtlıkta aramaya başlamıştır fakat bu arayış içerisinde kendi benliğini Julia’da bulmuştur.  Julia Winston’dan daha bilinçli ve daha cesur olmakla beraber Winston’dan daha gençtir. Winston bu durumları kendinde eksiklik olarak görse de bu eksiklikleri Julia ile tamamlayabileceğini fark etmiştir. Winston Schopenhauer felsefesinin anlattığı içgüdülerinin gerekliliğini yerine getirmiş ve Julia’ya aşık olmuştur. Bu durum Winston’ın kendini tanımaya başladıkça doğallaştığını Schopenhauer felsefesinin bahsettiği insana döndüğünü gösterir. Bir nevi Winston doğal haline dönmüştür.

 

Schopenhauer felsefesine göre kişi kendini tamamlayan kişiyi bulduğunda onu elde etmek için her şeyi yapmaya razıdır. Bu felsefe bireyin doğru partnere ulaşabilmesi için kendine dair her şeyden vazgeçebileceğinden bahseder. "Aşkın pençesinde  oyuncak olan insanlık "diye tanımlar bu durumu. Bu durumun ne kadar gerçekçi olduğu tartışma konusudur. Winston ve Julia aşklarına zarar veremeyecekleri hakkında kesin bir inanca sahiptirler fakat Sevgi Bakanlığının bu gibi durumlar için uyguladığı işkenceler aşk ve ahlak gibi olguları yok eder. Sevgi Bakanlığının uyguladığı işkenceler kişiyi mükemmelleştirmek için tasarlanmış araçlardır. Sevgi Bakanlığının yaptığı işkencelerin amacı kurbana acı çektirmek değildir. Kurbanı değiştirmektir zira O’Brein bunu Winston’a söyler.


“ Bilesin, Winston, buraya getirdiğimiz hiç kimseyi iyileşmeden bırakmayız! İşlediğin o ahmakça suçlar umurumuzda değil. Parti gözle görülür eylemlerle ilgilenmez; bizi ilgilendiren tek şey düşüncedir. Biz düşmanlarımızı yok etmek için uğraşmayız, onları değiştiririz. Bilmem, anlatabiliyor muyum?”(Orwell, 2016: 275)

 

Parti Winston’ın kendini bulma sürecini anlamsız bulur. Bu kendini arama sürecinin Partiye doğru olması gerektiğini düşünür. Parti dışındaki bütün arayışlar çürümüşlüğün göstergesidir. Parti bu çürümüşlüğün sorumluluğunu almaz. Bu işlenen düşünce suçu tamamen bireye atfedilir. Parti'nin koyduğu düzene kendi isteğiyle uymayan bireyler Sevgi Bakanlığı'nda rehabilite edilir.. Her ne kadar bu mükemmel insan rehabilitasyonu birey için gözükse de aslında Parti halkı hiç önemsemediğini kabul eder. Bireyin tek amacı Parti’nin mutlakiyetinin sürdürülmesidir. Bireyler tek başına değersizdir ancak birleşerek değerli hale gelebilirler fakat bu noktada ise bu bireyler asla birleşemeyeceklerdir. Bu bağlamda bireyin Partiye karşı gelmesi hiçbir sonuç yaratmaz. Partiye karşı gelmenin bireye zarar vermekten başka bir getirisi yoktur. Fikirlerinin değerli olduğunu savunanlar 101 numaralı odada tüm ideallerinden vazgeçince bu anlam arayışının anlamsızlığını fark eder ama artık çok geçtir. Bu bağlamda kitabı incelediğimizde Winston fikirlerinin ve aşkının dokunulmaz olduğunu düşünür. Parti’nin ana amaçlarından biri de bu cinsel isteği yok etmektir fakat Winston bu içgüdüleri gereği bu isteğinden kolay kolay vazgeçmeyecektir. Aşk Winston’ın kendini bulma sürecinde rol oynar ve insan kendini buldukça kendini tamamlamaya çalışır. Kendini aşkta ve Parti karşıtlığında bulan birini vazgeçirmek kolay olmayacaktır. Aşk ve Parti karşıtlığı artık Winston’ın karakterinin bir parçası olmuştur; ancak Winston için kaçış yoktur. Partinin ellerinde rehabilite edilecektir. Parti insanı en zayıf noktasından vurur ve mükemmel şahsa dönüştürür. Parti, yaptığı işkencelerle insanı insan formundan çıkarır. Winston’a yapılan işkenceler başta Winston’ı fikirlerinden vazgeçirmez fakat işkenceler onun vücudunu tanınmaz hale getirir. Winston bu durumdan utanır fakat Julia’ya ihanet etmediği için benliğini kaybetmemiştir. O’Brein ise Winston’ın bu durumunu aşağı görür ve Winston’ın çabalarının boş olduğundan bahseder.

 

“"Çürüyorsun," dedi; "parça parça dağılıyorsun. Sen nesin, biliyor musun? Bir pislik torbası. Şimdi dön arkanı da, yeniden bir bak şu aynaya. Şu sana bakan şeyi görüyor musun? Son insan bu işte. Sen insansan, işte insanlık bu. Şimdi giy şu giysilerini bakalım."”(Orwell, 2016: 296)

 

Winston yavaş yavaş karşı çıkmanın anlamsızlığını kavramaya başlar fakat istese de zihnini değiştiremez. ““Doğa yasalarıyla ilgili bu on dokuzuncu yüzyıl düşüncelerini kafandan atmalısın. Doğa yasalarını biz yaparız." "Hayır, doğru değil! Siz bu gezegenin bile efendisi değilsiniz.””(Orwell, 2016: 288) Her ne kadar bu gibi durumlara itiraz etse de , Parti insan zihnini ele geçirdiği sürece her şeyi yapabilir ve bu konuda Winston’ın yapabileceği hiçbir şey yoktur; bunu kendisi de söyler.

 

“Winston yatağında iyice büzüldü. Ne söylerse söylesin, O'Brien'-ın yanıtı hazırdı, yanıt sopa gibi tepesine iniyordu. Oysa haklı olduğunu biliyordu, çok iyi biliyordu. İnsanın zihninin dışında hiçbir şeyin var olmadığı inancının yanlışlığını ortaya koymanın mutlaka bir yolu olmalıydı. Bu görüşün bir aldatmaca olduğu uzun yıllar önce kanıtlanmamış mıydı?”(Orwell, 2016: 289)

 

Winston bir çıkar yol arasa da asla fikirlerini gerçekleştiremez. Winston’ın zihni arti karşısında mağlup olmuştur. Arkadaşlarını bildiği her şeyi Partiye itiraf etmiş ve suçlu olduğunu kabul etmiştir. Winston, tüm düşüncelerinden kendi kişiliğinden vazgeçmiştir fakat aşkından vazgeçmemiştir. Winston bu durumla gurur duyar ve Partinin bu durumu değiştiremeyeceğini düşünür fakat daha 101 numaralı odayla yüzleşmemiştir. Winston 101 numaralı odada en büyük korkusu olan sıçanlarla karşılaşır ve şunları söyler: “Julia'ya yapın! Julia'ya yapın! Beni bırakın! Julia'ya yapın! İstediğinizi yapın ona, umurumda değil. Yüzünü paralasınlar, her yerini yalayıp yutsunlar. Beni bırakın! Julia'ya yapın! Beni bırakın!” Winston artık pes etmiştir. Kendi karakterinden ve aşkından vazgeçmiştir. Schopenhauerin bahsettiği aşk artık ortada yoktur. Winston en büyük korkusuyla karşılaşınca kendi benliğinden vazgeçmiştir. Artık Winston için bir anlam arayışı yoktur. İşkencelere dayanamamış ve mükemmel insana dönüşmüştür. Meister Eckhart’ın sözü doğrulanmıştır.

 

Bu makalede Meister Eckhart’ın “Seni mükemmelliğe en hızlı biçimde ulaştıracak şey acı çekmektir.” sözü ile Sevgi Bakanlığı karşılaştırılmıştır.. Bu mükemmelliğe ulaşım sürecindeki Winston'ın hayatı incelenmiştir. Winston’ın aşk hayatı Schopenhauer felsefesi bağlamında incelenip çıkarımlar yapılmıştır. Winston’ın kendini tanıma sürecindeki motivasyon eksikliği Winston’ın kendisine Julia’ya göre yetersiz hissetmesi gibi çıkarımlar analiz edilmiş ve bu analizler alıntılarla güçlendirilmiştir. Winston Schopenhauer felsefesinin anlattığı ideal eş ve içgüdü kavramları Winston karakterinin hayatının değişimi sürecinde işlenmiş ve Winston ve Julia’nın aşkı incelenmiştir. Winston’ın kendi benliğini arayış süreci ve Schopenhauer’in ideal partner anlayışıyla ilişki kurulmuştur. Bu aşk hayatının ardından Winston’ın gördüğü işkenceler ve Parti’nin mükemmel insan anlayışı analiz edilmiştir. Parti'nin yaptığı işkencelerin insan doğasını bozmak ve değiştirmek gibi amaçları olduğu çıkarımları yapılmıştır. Parti'nin yaptığı işkencelerin mutlak sonucunun varlığı incelenmiştir. Bu varlığı fark eden Winston’ın zihnindeki değişimler incelenmiştir. Schopenhauer felsefesinin anlattığı "Aşkın pençesinde  oyuncak olan insanlık " kavramı incelenir ve insanın aşkı için her şeyden vazgeçme durumunun 1984 distopyası için ne kadar geçerli olduğu incelenir. Winston aşkı için tüm bu işkencelere katlanmasına rağmen 101 numaralı odada aşkından vazgeçmiştir. Winston aşkı için her şeyi göze alamamıştır. Eckhart haklı çıkmıştır.

bottom of page