top of page

1984 Eserinde Politik Baskıyla Oluşan Dehümanizasyonun İncelenmesi Kopyası

İnsani duygu ve düşüncelerden uzaklaşma anlamına gelen dehümanizasyon, ötekileştirmenin en temel boyutlarından biridir. Toplumsal baskı sonucunda ortaya çıkan, toplumda derin bir ayrımcılığa ve nefrete neden olan bu mekanizma, bireyleri insana has özelliklerinden arındırararak dönüştürür. Bu dönüşüm doğrultusunda bireyler kimliklerini kaybetmeye ve sosyal yaşamdan ötekileştirilmeye başlar. Tarihte totaliter rejimlerde sıkça görülen bu ötekileşme sürecini farklı yanlarıyla ele alan birçok yazar bulunmaktadır. Bu yazarlardan biri olan George Orwell’ın distopik romanı 1984’te, insanın özgürlüklerini ve kimliğini kaybettiği totaliter bir dünya örneği tasvir edilmiştir. Bu örnekte totaliter bir rejimin baskısı altında yaşayan bireylerin deneyimi anlatılırken, dehümanizasyonun temel nedenlerinden biri olan politik baskıyla oluşan dehümanizasyonun örnekleri görülmüştür. Bu makalede 1984 eserinde politik baskıyla oluşan dehümanizasyon; ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla oluşan dehümanizasyon ve gerçeklik algısının değiştirilmesiyle oluşan dehümanizasyon yan tezleri bağlamında incelenecektir.


1984 eserinde oluşturulan politik ve beraberinde gelen psikolojik baskı ortamı, toplumdaki bireylerin kendi kimliklerinden uzaklaşıp birbirine benzemelerine, tek tipleşmelerine yol açmıştır.


1984, iktidarın, güç kazanma ve bunu devam ettirme adına topluma ve insanlara ne tür dayatmalarda bulunabileceğinin belki en uç ama bir o kadar da çarpıcı örneklerini sunmaktadır. İnsanın tek başına bir varlık oluşunu yadsıyan, onu yalnızca kolektif bir bilinç çerçevesinde ele alan ve onun bağımsız herhangi bir eylemde bulunmasını tamamen imkânsız kılan bir iktidar anlayışı söz konusudur.


(Müftüoğlu & Özbay, 2015:183)


Bu iktidar anlayışının yaratılması ve bireylerin kendine has kimliklerinin yok sayılması sürecinde belirli yöntemler izlenerek politik baskı güçlendirilmiş, insanların ifade özgürlükleri sınırlandırılarak ellerinden alınmıştır. Parti; her yerde bulunan kameralar, “düşünce polisleri” ve “tele-ekranlar” aracılığıyla bireyleri sürekli izlemektedir. Bu izlenme süreci, insanların her an izlendiğini ve her hareketlerinin kaydedildiğini bilerek yaşamalarını sağlayarak onları tedirgin eder ve özgürlüklerini kısıtlar. İnsanlar kendi evlerinde bile güvende hissedemez ve her an Büyük Birader’in gözetimi altında olduklarını bilirler. “Düşünce Polisi her zaman ve her yerdedir. Nasıl ve ne şekilde sizi izlediğini bilemezsiniz ve eğer bir düşünce suçu işlediyseniz, er ya da geç, yakalanacağınız kesindir.” (Orwell, 2012: 27). Alıntıdan da çıkarılabileceği üzere bu bilinmezliğin oluşturduğu tedirginlik, insanların düşünme ve özgürce hareket etme becerilerini kısıtlayarak onları insanlıktan uzaklaştırır. Aynı zamanda bu süreç boyunca insanlar Parti’nin propagandalarına sürekli olarak maruz kalırlar. Parti, propagandalar aracılığıyla sürekli ideolojisini yaymaktadır. Gazeteler, sloganlar ve posterler aracılığıyla insanlar sürekli asıl liderin Büyük Birader olduğunu ve gücün her zaman onun elinde olduğunu görmeye zorlanır. Bu propagandaya sürekli maruz kalan halk, kendi düşüncelerinin doğruluğunu sorgulamaya ve Parti’nin ideolojilerini benimsemeye başlar. Parti, kullandığı propagandalar yoluyla bireysel düşünmeyi veya Parti’ye karşı olan herhangi bir düşünceyi ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Bu doğrultuda farklı düşüncelerin ortadan kaldırılması için sadece propagandalar kullanılmamış, gerektiğinde şiddet ve işkencelere de başvurulmuştur. Romanın bir bölümünde ana karakter Winston’ın işlediği “düşünce suçları” nedeniyle 101 numaralı odada işkence görmesi bu durumun en belirgin örneklerinden biridir. Bunun gibi durumlar Parti’nin insanlar üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmış, insanların ona karşı direnmekten korkmalarına ve itaat etmelerine sebep olmuştur.


Parti’nin insanlar üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak ve onları insanlıktan uzaklaştırmak için kullandığı yöntemlerden bir diğeri ise farklı yollara başvurarak gerçeklik algısını değiştirmek olmuştur. Romanın ana karakteri Winston’ın da çalışmakta olduğu Gerçek Bakanlığı, tamamen gerçekleri değiştirmek için oluşturulmuş bir kurumdur. Bu bakanlığın kontrolünde dilin kontrol edilmesi sağlanmış ve bilgiye erişime kısıtlamalar getirilmiştir. Bu kısıtlamalar doğrultusunda dilin kontrolü ve manipülasyonu için sıkça kullanılan araçlardan bir tanesi “Yenisöylem”dir. Yenisöylem adı verilen dil sistemi; kelimelerin anlamlarını değiştirerek, dildeki kelime sayısını azaltarak ve bazı kelimeleri yasaklayarak insanların doğru kabul ettikleri dilin değişmesine sebep olmuştur. Bütün basın-yayın araçlarında bu dil sistemine geçiş sağlanarak insanlar yeni dil kurallarına alışmaya zorlanmıştır. Yenisöylem’e uyum sağlayamayan bütün bireylerin iletişim hakları adeta ellerinden alınmış, insan kabul edilmemişlerdir. Eski dil sistemi ve bu dil sistemini kullanan insanlar toplumdan yok edilmiştir. Bu yönleriyle Yenisöylem, halkın dehümanizasyonunda önemli bir rol oynamıştır. Yenisöylem’in yanı sıra, gerçeklik algısının değiştirilmesi için kullanılan başka bir yol da “çiftdüşün" kavramıdır. Birbiriyle çelişen iki fikri aynı anda zihinde tutma ve her iki fikre de gerektiğinde aynı anda inanabilmeyi gerektiren bir düşünme sistemi olan çiftdüşün, Parti tarafından sıkça gerçekleri manipüle etmek ve Parti ideolojilerini halka kabul ettirmek için kullanılmıştır. Çiftdüşünün en büyük örnekleri Parti’nin sloganlarıdır. Tarih boyunca “Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cahillik Güçtür.” (Orwell, 2012:28) gibi sloganlar kullanılarak gerçeklik algısı değiştirilmiş, insanlar buna inanmaları için zorlanmıştır. Kullanılan tüm bu farklı araç ve yöntemler, Parti’nin insanlar üzerindeki baskısını korumasını sağlamış ve onları ideolojilerini kabul etmeye mecbur hale getirmiştir. Parti, kabul ve itaat etmeyi reddeden bireyleri toplumdan birer birer uzaklaştırmış, onları insan olarak görmeyecek bir noktaya sürüklemiştir. Parti’ye teslim olan bireyler ise insanlıktan uzak, bütün benlikleriyle ideolojileri benimsemiş, kendilerine ait hiçbir düşünceye ve duyguya sahip olmayan ve tamamıyla Parti’nin emirlerine uyan varlıklar haline gelmiştir.


Sonuç olarak, George Orwell’ın 1984 eserinde politik baskı beraberinde dehümanizasyonu getirmiştir. İfade özgürlüğü sınırlandırılarak ve gerçeklik algısı değiştirilerek oluşturulan bu dehümanizasyon, bireylerin farklı yönlerini ve düşüncelerini tamamen yok ederek sisteme boyun eğmelerini ve Parti ideolojilerini kabul etmelerini sağlamıştır. Romanda Parti sürekli gözetim ve baskı yoluyla bireylerin ifade özgürlüğüne el koymuş, dili kontrol ederek bireylerin düşüncelerini kontrol etmiş, Yenisöylem ve çiftdüşün gibi uygulamalarla gerçeklik algısını değiştirmiştir. Bunun sonucunda bireylerin bağımsız düşünme yeteneği ortadan kaldırılmış, bireyler itaat etmeye zorlanmış ve toplumdan uzaklaştırılmıştır. Düzenli olarak devam eden bu baskı, insanların kimlikleri ve özgürlükleri için bir tehdit oluşturmuştur.



Kaynakça:

Orwell, G. (2012), 1984, İstanbul:Can Yayınları.Müftüoğlu, M. C., & Özbay, F. (2015).

GÜNDELİK HAYATTA TOTALİTARİZM: GEORGE ORWELL’IN 1984 ADLI DİSTOPYA ROMANINDA İDEAL TOPLUM TASAVVURLARI. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(44).

bottom of page